Boğaz’ın tuzlu kokusuna karışan kanat sesleri…
İstanbul’u İstanbul yapan unsurlardan biri de hiç şüphesiz martılarıdır. Onlar bazen vapur düdüklerine eşlik eder, bazen balıkçıların ağlarında pay kapmaya çalışır, bazen de Galata Köprüsü’nde simit kırıntılarının peşine düşer. Bu şehrin gökyüzüne bakıldığında, martısız bir İstanbul hayal etmek mümkün değildir.
Bir sabah Üsküdar’dan Beşiktaş’a uzanan kısa vapur yolculuğuna çıkın. Elinizde sıcak çay, yanınızda simit… Henüz vapurdan uzaklaşmadan gökyüzünde birkaç beyaz kanat belirir. Martılar vapurla yarışır, yolcuların elinden simit kapar, bazen bir çığlık, bazen bir kahkaha bırakır geriye. O an, İstanbul’da olduğunuzu tüm hücrelerinizde hissedersiniz.
Galata Köprüsü’nde oltalarını sallayan balıkçılar, martılarla kadim bir paylaşım içindedir. Tutulan balıkların kokusu göğe yükselirken martılar da sabırla bekler. Kimisi oltadan düşen balığa konar, kimisi balıkçıların attığı küçük parçalara… Dost mudurlar, rakip mi, bilinmez; ama aynı sahnenin iki vazgeçilmez oyuncusudur onlar.
Sultanahmet’in kubbeleri, Kız Kulesi’nin silueti ya da Galata Kulesi’nin taşları… İstanbul’un kartpostallarında bu anıtların çevresinde daima martılar vardır. Onlar sadece gökyüzünün süsü değil, aynı zamanda bu kentin ruhunun taşıyıcılarıdır. Turistlerin fotoğraflarına, şairlerin dizelerine, ressamların tuvallerine konuk olurlar.